Orta Doğu Sineması: Kimlik, Çatışma ve Ekran Üzerinde Umut

Orta Doğu Sineması: Kimlik, Çatışma ve Ekran Üzerinde Umut Kas, 28 2025

Orta Doğu sineması, sadece savaş ve krizleri göstermez. Bu sinema, insanın iç dünyasını, ailesini, dini inançlarını ve toplumsal baskılarla mücadelesini derinlikle anlatır. 1990’lardan bu yana, Irak, Suriye, Lübnan, İran, Filistin ve Mısır’dan gelen filmler, dış dünyaya kendi hikâyelerini anlatmak için kamera eline aldı. Ve bu hikâyeler, sadece acı değil, aynı zamanda direniş, sevgi ve umutla dolu.

Kimlik: Kim Olduğumuzu Bulmak

Orta Doğu sinemasının en güçlü yönü, kimlik arayışıdır. Filmlerdeki karakterler, sadece bir devlet vatandaşı değil, bir dinin, bir dili, bir geleneğin taşıyıcısıdır. 2017’de İran’dan gelen “A Separation” filmi, bir ailenin kırıldığı anda, kadınların toplumda ne kadar zorlandığını, erkeklerin ne kadar yalnız olduğunu gösterdi. Filmdeki kadın karakter, kendi ailesiyle dava açarken, aynı zamanda bir toplumun kadınları nasıl zorladığına dair bir belge de oluşturdu.

Bu tür filmlerde kimlik, sadece bir pasaportla değil, bir dille, bir gelenekle, bir gözyaşıyla tanımlanır. Lübnanlı yönetmen Nadine Labaki’nin “Capernaum” (2018) filmi, 12 yaşındaki bir çocuğun, kendi doğumunu dava etmesiyle başlar. Çocuk, “Beni dünyaya getirdiğiniz için sizi dava ediyorum” der. Bu sahne, Orta Doğu’nun en zorlu toplumlarında, çocukluk ve aile bağlarının nasıl kırıldığını gösterir. Kimlik burada, bir kimlik değil, bir direniş şeklidir.

Çatışma: Sadece Silah Değil, Sessiz Direniş

Orta Doğu sinemasında çatışma, sadece bomba ve top sesiyle değil, sessizce de yaşar. 2020’de Suriye’den gelen “The Cave”, bir hastanenin altındaki sığınakta yaşayan doktorlarla, hastalarla, çocukların hayatını anlatır. Burada silah yoktur. Ama her nefes, her su damlası, her ilaç, bir savaşın parçasıdır. Bu film, savaşın gerçek yüzünü gösterir: bir kadın doktorun, kendi ailesini kaybetmekten korkmadan, binlerce çocuğu kurtarmaya çalışması.

İsrail-Filistin çatışmasında da sinema, silah yerine kamera kullanır. 2021’de gösterilen “Paradise Now” (2005), iki Filistinli gençin, intihar saldırısı yapmaya hazırlanırken yaşadıkları korkuyu, tereddütü, aileleriyle olan ilişkilerini gösterir. Film, onları kahraman ya da terörist olarak değil, insan olarak anlatır. Bu tür filmler, dış dünyayı, “Orta Doğu’daki herkesin savaşçı” olduğu yanlış algısını kırmak için çalışır.

Bir kadın doktor, sığınakta bir çocuğu kucaklayarak ilacını veriyor.

Umut: Küçük Hareketler, Büyük Değişimler

Orta Doğu sinemasında umut, büyük gösterilerle değil, küçük detaylarla gelir. Mısır’dan gelen “The Yacoubian Building” (2006), bir apartmanın farklı katlarında yaşayan insanları anlatır: bir gencecik, bir köylü kızı, bir gazeteci, bir hırsız. Hepsi farklı yollarla, ama aynı toplumun içinde kayboluyor. Ancak son sahnede, genç kız bir kitap okurken, bir erkek ona gülümser. Bu gülümseme, hiçbir siyasi anlaşma gibi değil. Ama onunla bir şey değişiyor: bir insanın, başka bir insana saygı duymaya başlaması.

İran’da kadınlar, yasaklanmış filmlerle bile umut yaratıyor. 2023’te gösterilen “No Bears”, bir sinemacı, kendi ülkesinde çekim yapamayınca, sınırda bir köyde, bir telefonla film çekmeye çalışır. Film, bir yandan yasaklanan bir filmi anlatırken, diğer yandan da, bir insanın yasaklara rağmen yaratıcılığını korumayı başarır. Bu, umut değil mi?

İran, Türkiye ve Arap Dünyası: Farklı Yollar, Aynı Hikâye

İran sineması, sadece şiirsel görüntüleriyle değil, toplumsal eleştirileriyle tanınır. 2016’daki “The Salesman”, bir kadının taciz edilmesiyle başlar. Film, kadının sadece bir mağduriyet değil, bir direniş figürü olduğunu gösterir. İran’da kadınlar, sinemada kendi hikâyelerini anlatmak için, yasaklara rağmen kamera önüne geçiyor.

Türkiye’den gelen filmler ise daha çok içsel çatışmalara odaklanır. 2022’de gösterilen “The Wild Pear Tree”, bir genç yazarın, kentten köye dönmesiyle başlar. Burada kimlik arayışı, bir babayla olan çatışma, bir kitap yazma arzusu ve bir toplumun kendisini nasıl reddettiğiyle şekillenir. Türkiye sineması, Orta Doğu’nun bir parçası olarak, aynı duyguları, aynı soruları soruyor.

Arap dünyasında ise, özellikle Lübnan ve Tunus’ta, sinema, kadınların özgürlüğünü savunma aracı haline geldi. 2020’de Tunus’tan gelen “The Man Who Sold His Skin”, bir mültecinin, vücut üzerine bir sanat eseri yaptırarak, Avrupa’ya geçmeye çalışmasıyla ilgili. Bu film, sadece bir mülteci hikâyesi değil, bir insanın, kendi bedenini bile bir araç haline getirmek zorunda kaldığı bir toplumu anlatıyor.

Bir erkek, bir kızın kitap okurken gülümseyip ona bakıyor.

Ne Zaman Anlayacağız?

Orta Doğu sineması, “başka bir dünya” değil, aynı dünyada yaşayan insanların hikâyeleridir. Bu filmler, sadece “Arab” ya da “İranlı” diye etiketlenmek istenmiyor. İnsanlar. Babalar. Analar. Çocuklar. Öğrenciler. Doktorlar. Sanatçılar.

2025’te, Netflix ve Amazon Prime, Orta Doğu filmlerini daha çok göstermeye başladı. Ama bu, sadece izlenme sayısı değil, anlayış anlamında da önemli. İnsanlar artık, bu filmleri “eğlence” olarak değil, “gerçeklik” olarak görüyor. Bir İranlı kadın, bir Suriyeli çocuk, bir Filistinli öğrenci - hepsi, kendi hikâyelerini anlatıyor. Ve bu hikâyeler, sadece bir kıtaya ait değil, insanlık tarihinin bir parçası.

İzlemek İçin Başlangıç Noktaları

  • “A Separation” (2011) - İran, kimlik ve aile ilişkileri
  • “Capernaum” (2018) - Lübnan, çocukluk ve adalet
  • “The Cave” (2019) - Suriye, savaşın içindeki insanlık
  • “The Yacoubian Building” (2006) - Mısır, toplumsal sınıflar ve umut
  • “The Wild Pear Tree” (2018) - Türkiye, yazarlık ve baba-ogul çatışması
  • “No Bears” (2022) - İran, yasaklanan sinema ve yaratıcılık

Bu filmleri izlediğinizde, sadece bir film izlemiyorsunuz. Bir insanın, bir toplumun, bir ülkenin içini görüyorsunuz. Ve belki de, kendi dünyada yaşadığınız çatışmaları, biraz daha farklı bakmaya başlıyorsunuz.

Orta Doğu sineması sadece savaş filmlerinden mi oluşuyor?

Hayır. Orta Doğu sineması, savaş ve krizleri de anlatır ama bunlar tek konu değil. Bu sinema, aile ilişkileri, kadın hakları, gençlik krizleri, kimlik arayışı, dini inançlar ve günlük yaşamın detaylarını da derinlemesine işler. Örneğin, İran’ın “A Separation” filmi, bir evlilik çatışmasını anlatırken, toplumsal baskıları da gözler önüne serer.

Orta Doğu filmleri nerede izlenebilir?

Netflix, Amazon Prime, MUBI ve Kanopy gibi platformlar, Orta Doğu sinemasını artırmaya başladı. Özellikle MUBI, bağımsız ve sanatsal filmlerle tanınır ve İran, Lübnan, Tunus ve Suriye’dan gelen filmleri düzenli olarak sunar. Ayrıca, bazı uluslararası film festivalleri (Berlin, Cannes, Venedik) de bu filmleri gösterir ve çoğu zaman subtitled olarak izlenebilir.

Türkiye, Orta Doğu sinemasının bir parçası mı?

Evet. Türkiye, coğrafi ve kültürel olarak Orta Doğu’ya aittir. Türk sineması, özellikle 2000’lerden sonra, toplumsal baskılar, kimlik krizleri ve aile ilişkileri üzerine yoğunlaştı. Filmler “The Wild Pear Tree” ya da “Winter Sleep”, Orta Doğu sinemasının genel temalarıyla tamamen örtüşür. Türkiye, bu sinemada hem yerel hem de evrensel bir ses olarak yer alır.

Neden Orta Doğu sineması Batı’daki sinemalardan farklı?

Batı sineması, genellikle bireysel başarıya odaklanır. Orta Doğu sineması ise, toplumsal bağları, aileyi, toplumun baskılarını ve bireyin içindeki çatışmayı ön planda tutar. Burada kahraman, bir kahraman değil, bir insan olur. Ve hikâye, bir sona değil, bir soruya biter. Bu, izleyicinin düşünmesini zorunlu kılar.

Kadın yönetmenler Orta Doğu sinemasında nasıl bir rol oynuyor?

Kadın yönetmenler, bu sinemada en güçlü seslerden biri. Nadine Labaki (Lübnan), Rakhshan Bani-Etemad (İran), Maha Haj (Filistin) gibi isimler, kadınların sessizliğini kırmak için kamera eline aldı. Filmlerinde, kadınlar yalnızca mağduriyet değil, direniş ve kararlılık figürleri olarak gösterilir. Bu, sadece sinema değil, bir toplumsal değişim hareketidir.