Neden Eleştirmenler ve İzleyiciler Filmleri Farklı Değerlendirir? Sinema Puanlarının Psikolojisi
Kas, 10 2025
İzlediğiniz bir filmi 5 yıldızla puanladınız, ama eleştirmenlerin çoğu 2 yıldız verdi. Ya da tam tersi: siz 3 yıldız verdiniz, ama tüm eleştirmenler 5 yıldız verdi. Bu fark nereden geliyor? Neden bir filmi biri ‘meşhur bir eser’ olarak görürken, başka biri ‘boş bir zaman kaybı’ olarak değerlendirir? Bu sorunun cevabı, sinemanın sanatı değil, insan zihnindeki işleyişindedir.
Eleştirmenler neyi ölçüyor?
Eleştirmenler, bir filmi genellikle teknik ve yapısal unsurlara göre değerlendirir. Senaryo yapısı, aktör performansı, görüntüleme, ses tasarımı, müzik, montaj-bunlar onların ölçüm çubuklarıdır. Bir filmdeki kamera hareketlerinin akıllıca kullanıldığına, diyalogların doğal olduğuna, karakterlerin gelişimine dikkat ederler. Bu ölçütler, sinema tarihinin 100 yıllık akademik ve mesleki geleneklerinden gelir. Bir eleştirmen, 1970’lerde Martin Scorsese’nin Taxi Driver’ını nasıl incelediyse, 2025’teki bir bağımsız filmi de aynı çerçevede inceler.
Bu yüzden, bir filmi ‘yapısal olarak mükemmel’ bulan bir eleştirmen, hikâyeyi sevmediyse bile ona yüksek puan verebilir. Örneğin, Oppenheimer (2023)’deki uzun diyalog sahneleri bazı izleyicileri sıkıyor olsa da, eleştirmenler bu sahneleri ‘zihinsel bir gerilim yaratma’ sanatı olarak değerlendirdi. Bu, izleyicilerin ‘hızlı aksiyon’ beklentisiyle karşılaştığında ortaya çıkan bir çatışmadır.
İzleyiciler neyi hissediyor?
İzleyiciler, bir filmi duygusal bir deneyim olarak ya da kişisel bir yansıma olarak değerlendirir. Bir filmi beğendiniz mi? Çünkü o, sizin çocukluğunuza, kaybettiğiniz birine, yaşadığınız bir trajediye ya da korkularınıza dokundu mu? Bu tür bağlar, teknik mükemmellikten çok daha güçlüdür.
Örneğin, Barbie (2023)’nin bazı eleştirmenler tarafından ‘sadece bir oyuncak reklamı’ olarak değerlendirilmesine rağmen, milyonlarca kadın, özellikle 20-35 yaş arası, bu filmi ‘kendilerini anlatan bir metafor’ olarak gördü. Filmdeki ‘pembe dünyada erkeklerin nasıl kontrol edildiğini’ gösteren sahneler, onlar için bir tür psikolojik kurtuluştu. Teknik olarak film tam olmasa bile, duygusal olarak tamamlandı.
İzleyicilerin beklentileri de farklıdır. Bir aile, hafta sonu için ‘eğlenceli bir film’ arıyor. Bir genç, ‘kendini tanımlayan’ bir hikâye arıyor. Bir yaşlı izleyici, ‘geçmişin hatıralarını’ canlandıran bir film istiyor. Bu beklentiler, bir filmin ‘kalitesini’ değil, ‘ilişkisini’ belirler.
İnsan zihnindeki iki farklı sistem
Psikolog Daniel Kahneman, insan zihninin iki farklı sistemi olduğunu gösterdi: Sistem 1 ve Sistem 2. Sistem 1, hızlı, duygusal, otomatik ve sezgiseldir. Sistem 2, yavaş, mantıksal, analitik ve çaba gerektirir.
İzleyiciler genellikle Sistem 1’i kullanır. Bir filmi izlerken, ‘bu bana hissettirdi’ diye karar verir. Eleştirmenler ise Sistem 2’yi kullanır. ‘Bu filmdeki montaj, klasik üçlü yapıya uygun mu?’ diye sorgular. Bu iki sistem aynı anda çalışsa bile, biri diğerini bastırır. Ve çoğu zaman, Sistem 1 kazanır-çünkü duygular, mantıktan daha güçlüdür.
Bu yüzden, bir filmi ‘çok zorlu’ bulan bir eleştirmen, izleyiciler için ‘çok derin’ olabilir. Bir filmi ‘çok yavaş’ bulan bir izleyici, eleştirmenler için ‘çok dikkatli bir yapı’ olabilir. İkisi de haklıdır. Sadece farklı dillerde konuşuyorlar.
Platformlar, algıyı nasıl bozuyor?
2025’te, film puanları artık yalnızca eleştirmenlerin elinde değil. IMDb, Rotten Tomatoes, Letterboxd gibi platformlar, herkesin puan verebildiği açık alanlar haline geldi. Bu, ‘popülerlik’ ile ‘kalite’ arasındaki farkı daha da belirgin hale getirdi.
Örneğin, The Marvels (2023)’in eleştirmen puanı %72, ancak izleyici puanı %58. Neden? Çünkü film, Marvel evreninin karmaşık yapısını takip eden biri için tatmin ediciydi, ama yeni bir izleyici için anlamsızdı. Eleştirmenler, evrenin tutarlılığını ölçtü. İzleyiciler, ‘anlamayı’ ölçtü.
Algoritmalar da bu farkı büyüttü. YouTube’da bir filmi beğenen bir kişi, benzer filmleri izlemeye devam ediyor. Bu, ‘benzer izleyiciler’ grubunu oluşturuyor. Bu gruptaki herkes, aynı duyguyu paylaşıyor. Eleştirmenler ise farklı kaynaklardan, farklı bakış açılarından geliyor. Sonuç? Aynı film, iki tamamen farklı toplulukta tamamen farklı yorumlar alıyor.
Yıllar içinde değişen beklentiler
1990’larda, bir filmin ‘hikâye’ ile başlaması gerekirdi. 2020’lerde, bir filmin ‘görsel etki’ ile başlaması daha önem kazandı. İzleyicilerin dikkat süreleri 10 saniyeye düştü. Bu yüzden, birçok film artık ‘hemen etki’ yaratmaya odaklanıyor. Eleştirmenler, bu tür filmleri ‘yüzeysel’ olarak değerlendiriyor. Ama izleyiciler, ‘hemen eğlendim’ dedikleri için onları beğeniyor.
Örneğin, John Wick serisi, eleştirmenler tarafından ‘basit bir eylem filmi’ olarak sınıflandırılıyor. Ama izleyiciler, bu seriyi ‘sosyal izolasyonu anlatan bir metafor’ olarak görüyor. Kainatın kuralları, karakterin içsel çatışması, sadece dövüş sahneleri değil, her bir mermi, her bir gölge, her bir sessiz an, onlar için bir duygusal dili temsil ediyor.
Bu yüzden, bir filmi ‘yapısal olarak zayıf’ bulan bir eleştirmen, aynı filmi ‘duygusal olarak güçlü’ bulan bir izleyiciyle aynı fikirde olmayabilir. Ve bu, bir hata değil, bir doğruluk.
Ne zaman puanlar birleşir?
Bazı filmler, hem eleştirmenlerin hem de izleyicilerin kalbini kazanır. Bu filmler genellikle iki özelliği paylaşır: duygusal derinlik ve teknik ustalık.
Parasite (2019) örneğinde, hem sosyal adaletsizliği güçlü bir hikâyeyle anlatıyor, hem de kamera açılımları, montaj, ses tasarımı ve oyuncu performansları açısından teknik bir şaheserdi. Bu yüzden hem IMDb’de 8.6, hem de Rotten Tomatoes’da %99 aldı.
Everything Everywhere All At Once (2022) de benzer bir durum. Kurgusal bir multivers hikâyesi gibi görünse de, aslında bir anne-baba ilişkisini, kayıp bir yaşamı ve insanın içsel çatışmasını anlatıyor. Hem duygusal hem de yapısal olarak güçlüydi.
Bu filmler, Sistem 1 ve Sistem 2’nin aynı anda çalıştığı nadir durumlardır. İnsanlar hem hissediyor, hem düşünüyor. İşte bu yüzden hem puanlar hem de ödüller birleşiyor.
İzleyici olarak ne yapmalısın?
Eleştirmenlerin puanlarını görmeden film izlemek, bir yalanla başlamak gibi. Eleştirmenlerin puanlarına tamamen inanmak da, bir derginin kapağını okuyup kitabın içini hiç açmamak gibi.
En iyi yol, hem eleştirmenlerin hem de izleyicilerin yorumlarını okumak, ama kendi duygularını kaydetmek. İzledikten sonra kendine şu soruları sor:
- Bu filmi izlerken ne hissettim?
- Hangi sahne aklımdan çıkmadı?
- İzledikten sonra ne düşündüm?
- Bu film, beni değiştirdi mi?
Bu soruların cevapları, sadece sizin için geçerli. Başkalarının puanları, sizi yönlendirebilir. Ama sizi tanımlamaz.
Eleştirmen olarak ne yapmalısın?
Eleştirmenler, bir filmin ‘sanat değeri’ni ölçmekle yükümlüdür. Ama bu, izleyicilerin duygusunu görmezden gelmek anlamına gelmez. En iyi eleştirmenler, hem teknik analizi yapar, hem de izleyicilerin bağını anlar.
Örneğin, bir filmi ‘yapısal olarak zayıf’ bulan bir eleştirmen, ‘ancak bu film, genç bir neslin yalnızlığını anlatıyor’ diye ekleyebilir. Bu, puanı düşürmez, ama anlamını zenginleştirir.
Eleştirmenlerin görevi, bir filmin ne kadar iyi olduğunu değil, neden önemli olduğunu açıklamaktır. Ve bazen, en önemli şey, teknik değil, duygusal olanıdır.
Özetle: Kim haklı?
Kimse haklı değil. Kimse yanlış değil. Sadece farklı şeyler ölçüyorlar.
Eleştirmenler, bir filmi ne kadar iyi yapıldığını ölçer. İzleyiciler, bir filmi ne kadar iyi hissettirdiğini ölçer.
Bir film, teknik olarak mükemmel olabilir ama sizi hiç etkilemeyebilir. Bir film, teknik olarak zayıf olabilir ama kalbinizi açabilir.
İyi sinema, her ikisini de yapabilmelidir. Ama iyi izleyici, her ikisini de tanıyabilmelidir. Ve bu, sadece bir film izlemek değil, kendi zihninizi tanımaktır.
Neden bazı filmler eleştirmenlerden yüksek puan alır ama izleyiciler tarafından reddedilir?
Eleştirmenler genellikle teknik ve yapısal unsurlara odaklanır: senaryo, montaj, kamera çalışması, oyuncu performansı. İzleyiciler ise duygusal bağ, kişisel kimlikle ilişkisi ve eğlence değeriyle ilgilenir. Örneğin, bir filmdeki karmaşık anlatım, eleştirmenler için ‘derinlik’ olarak değerlendirilirken, izleyiciler için ‘anlaşılmaz’ olabilir. Bu yüzden, teknik olarak güçlü ama duygusal olarak soğuk filmler eleştirmenlerden yüksek puan alır ama izleyiciler tarafından unutulur.
Neden bazı filmler izleyicilerden yüksek puan alır ama eleştirmenler tarafından kötü karşılanır?
Bu filmler genellikle izleyicilerin duygusal ihtiyaçlarını karşılar: kahramanlık, kurtuluş, nostalji, aidiyet. Örneğin, Barbie (2023)’deki bazı sahneler, eleştirmenler için ‘çok basit’ olabilir ama kadın izleyiciler için ‘kendi deneyimlerini yansıtan bir metafor’ olarak görülür. Eleştirmenler ‘yapı’yı ölçer, izleyiciler ‘bağ’ı ölçer. Bu fark, puanlar arasında büyük bir uçurum yaratır.
İzleyici puanları güvenilir mi?
İzleyici puanları, bir filmin popülerliğini gösterir ama kalitesini değil. Bir film, çok sayıda insan tarafından beğenilebilir çünkü eğlenceli, nostaljik veya sosyal medyada popülerdir. Ama bu, teknik olarak iyi bir film olduğu anlamına gelmez. Örneğin, bazı aksiyon filmleri IMDb’de 8.5 puan alır ama eleştirmenler 5.5 verir. İzleyici puanları, ‘ne kadar çok kişi beğendiğini’ gösterir; eleştirmen puanları ise ‘ne kadar iyi yapıldığını’.
Bir filmi nasıl daha adil bir şekilde değerlendirebilirim?
İzledikten sonra kendinize şu dört soruyu sorun: Bu filmi izlerken ne hissettim? Hangi sahne aklımdan çıkmadı? İzledikten sonra ne düşündüm? Bu film, beni değiştirdi mi? Bu sorular, teknik değerlendirmeye gerek kalmadan sadece sizin deneyiminizi yansıtır. Eleştirmenlerin puanlarını okuyun ama kendi cevaplarınızı kaydedin. Sizin puanınız, sadece sizin için geçerlidir.
Eleştirmenlerin görüşleri değişiyor mu?
Evet. Eleştirmenlerin görüşleri zamanla değişir. Örneğin, Blade Runner 2049 (2017) ilk çıktığında bazı eleştirmenler ‘yavaş’ dedi, ama birkaç yıl sonra ‘modern sinemanın en derin filmlerinden biri’ olarak tanımlandı. İzleyicilerin algısı da değişir: bazı filmler, izlendikten sonra yıllar sonra daha iyi anlaşılır. Bu yüzden, bir filmin ‘değerini’ sadece ilk hafta puanlarına bakarak karar vermek doğru değil.